27 Aralık 2012 Perşembe

Mutluluk Çadırı



 




Sevgili okurlar bugün sizin için "Mutluluk Çadırı"nın yapımını paylaşacağım. Öncelikle gerekli malzemleri listelemek istiyorum.


- Çadırımızı dikmek için sevgi ipi ve inanç iğnesi, (dikkat edin elinize batmasın.) 
- Umut direkleri
-Ve en önemlisi Küçük mutluluklar gerekli.


Ben elimdeki küçük mutlulukları değerlendireceğim, siz de sizinkileri değerlendirebilirsiniz. 


Çocuk gülüşü


Mevsim domatesi


Dostlarla herhangi bir yerde birlikte içilen bir demlik çay


Eş, aile, arkadaş, çoluk çocuk öpücükleri


Erik dalları


İstanbul boğazı


Nine dede hikayeleri


Kar taneleri


Güneş ışıltıları ve çimen yeşili


Sevdiklerimize ördüğümüz sımsıcak bir atkı


Cam kenarı


Aşk pırıltıları


Kediler


Beyaz elbiseler


Hamak keyfi



Şimdilik aklıma gelenler bunlar, bu malzemeleri ne kadar çoğaltabilirseniz çadırınız o kadar büyük ve bir o kadar korunaklı olur. 

Evet sevgi ipinizi inanç iğnenizden geçirerek küçük mutluluklarınızı  birbirine dikmeye başlayın. Küçük parçaların birleştikçe ne kadar büyük bir çadır haline geleceğini hayal bile edemezsiniz.  Umut direklerini dikip çadırınızın altına girin. 


Böylelikle acılar sizi büyük ölçüde etkileyemeyecek ve onlarla başa çıkmanız da kolaylaşacaktır. Çadırı her gittiğiniz yere götürebilir, açık veya kapalı alanlarda rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Bol kahkahalı günler efendim :)



17 Aralık 2012 Pazartesi

Gece



Güneş uyuyunca,
Karanlık, uykusundan uyanıp
İstanbul'u sokak sokak dolaşır.
Farlarını açıp kapatır
Merdivenleri çıkar
Çöpleri koklar
Ağlayan çocukları dinler
Sabahlayan ışıklara bakar
Kokular içinde ıhlamur dallarında tüner
Uzun uzun Boğaz'da oynaşan ışıkları izler.
İtlerle dalaşır
Kedileri kovalar
Yıldızları sayar.
Sonra ağlaya ağlaya uykuya dalar. 

15 Aralık 2012 Cumartesi

Rüyalar I


Bana anlamlı gelen rüyalarımı ilk ne zaman görmeye başladım bilmiyorum ama kendimi bildim bileli ilginç rüyalar görüyorum. Yıllar ilerleyip de hayatımda önemli olaylar meydana gelince geçmiş rüyalarımı hatırlayıp bazı şeyleri önceden sezinlediğimi fark ediyorum. Hatta kendimle kalmayıp çevremdeki insanların hayatlarına dair rüyalar görüyorum ve çok geçmeden kehanetlerim yerini buluyor. Rüyalarımın bir önsezi şeklinde beni ve çevremdeki insanları yönlendirdiğini düşünüyorum. İnsan olmanın sınırları her geçen gün nasıl ilerliyorsa önsezilerimizin ve rüyaların da sınırı henüz keşfedilmiş değil.

Daha dün izlediğim bir belgeselde,  denizin yüzeyinde yaşamaya alışmış insanlardan ve içlerinde bu özelliğini iyice geliştirmiş bir kişiden bahsediliyordu. Bu kişi, yirmi metreye tek bir nefesle dalabiliyor. Nabzını otuza düşürüp, neredeyse hareketsiz kalarak suyun altında beş dakikaya kadar avlanabiliyor, sıradan bir insanın o basınç altında kaburgalarının parçalanması gerekirken, o bu duruma uyum sağlamış ve hayatının doğal akışı haline gelmiş. Demek istediğim şu ki, insan olarak sınırlarımızı hala bilmiyoruz.

Hayatım boyunca hatırladığım rüyaların başında Hz. Ali ile ilgili gördüğüm rüya var. Bu rüyayı görmüş olmamda eminim o yıllarda okuduğum kitapların büyük payı var. Lise yıllarımı evde geçirdiğim ve dedemin dini içerikli kitaplarını okuduğum için gördüğüm rüyalar çoğunlukla bu yönde. Kendimi bu yolda yükselmiş ve cennete bir parça daha yakınlaştığımı hissediyordum belki de. Ölüm olgusundan korkmadığımı hatta bunun benim için bir ödül olduğunu düşünüyordum. Kara Davut denilen büyük kara kitapta Hz. Muhammet’in nurundan ve bu nurun kuşaklar boyu nasıl geçtiğinden bahsediliyordu. Kitabın anlatımında bolca mitolojik unsur ve mecaz dolu kelimeler vardı. İki kadın menisinden meydana gelmiş bir kâhinden, bu kâhinin vücudundaki tek kemiğin kafatası oluşundan, yılda bir kere, bir sedir yardımıyla sokaklara çıkarıldığından bahsediliyordu. Ayrıca Hz. Muhammet’in göklere yükseltilişi ve orada gördükleri bana çok çarpıcı gelmişti. 

Rüyama geri dönecek olursak, kendimi olduğumdan farklı, esmer şekilde,  bir odada oturmuş olarak görüyorum. Yanımdaki annem, fakat gerçekte bildiğim annem değil. Ev çölün ortasında ve pencerelere gerilmiş bez parçaları var. Bu sahne kapanırken yeni bir sahne açılıyor.

 

Hz. Hamza olduğunu bildiğim bir kişi başka biri ile boğuşuyor, bu boğuşma sonrasında bu kişi Hz. Hamza’yı ipe asıyor. Bu kişinin elinde küçük bir çakı var. Boğuşmaya ben de dâhil olduğumda elimden küçük kesikler alıyorum ve bir yandan Hz. Hamza’yı ipten kurtarmaya çalışıyorum. Elime aldığım kesiklerden çok korktuğum halde elime baktığımda aslında o kadar da önemli olmadıklarını fark edip rahatlıyorum. Bu sırada hala Hz. Hamza’yı ipten kurtarmaya çalışıyorum. Hz. Hamza uzun beyaz bir elbise giymiş. Çok uzun ve iri bir adam. Tam olarak beyazlaşmamış sakalları var fakat çok uzun değiller. İşte bu sıra beyaz bir atın üzerinde Hz. Ali olduğunu anladığım kişi geliyor ama yüzünü göremiyorum. Hz. Hamza’yı ipten kurtarıyor ve diğer kişiyi etkisiz hale getiriyor. Sonra ilk sahneye geri dönüş gerçekleşiyor. Annem Hz. Ali’nin benimle evlenmek istediğinden bahsediyor, sorgusuz ve sualsiz kesinlikle kabul edeceğimi söylüyorum. O zaman hazırlıklara başlanmalı diyor annem. 

O yıllarda halimden memnun olmadığım ve görücü usulü ile evlendirileceğimi bildiğimden, tek umudum kaderimdeki kişinin iyi olması için dua etmekti. Gördüğüm rüyalar da bu yönde olmalıydı. Kitaplarda okuduğum o ahlaklı ve güzel kişi olmalıydı eşim. Diğer yandan bu rüyayı hiç yorumlamak istemedim, hala da yorumlamıyorum. Rüya yorumlamaya çok meraklı ve ilgili olan teyzem bile asla bu rüyayı yorumlayıp, olabilecek en güzel haline dokunmak istemedi. Bırakalım bizim hayal edebileceğimiz en güzel halinden bile mükemmel olsun her şey dedi.

Bazen bu rüyanın yorumunu yaşamış gibi hissediyorum kendimi, ben evlilik diye düşünürken Hz. Ali’nin temsil ettiği şey ilimdi. Hz Muhammet’in Hz Ali için söylediği pek çok hadiste Ali ilim kapısı olarak gösterilir. Bunlardan birisi de şöyledir; "Ben ilmin şehriyim, Ali onun kapısıdır. Allah şöyle buyurdu; 'Evlere kapılarından girin'. (Bakara 185) O halde kim ilim istiyorsa ona kapısından girsin."

Beni istediğim hayata kavuşturan da bu olmuştur, öğrenme istediği ve merak. Hz. Ali ile evlenmem de yine bunun göstergesidir. Şimdi bunları düşünce, erkek kardeşimin yarı şaka yarı ciddi olarak, “ Emel sen evlenemezsin, ben seni bir üniversitede, kitaplarının arasında yaşlanmış ve evlenmeye fırsat bulamamış olarak hayal ediyorum.” deyişi aklıma geliyor, ve gülümsüyorum. 

14 Aralık 2012 Cuma

Evde bir şey kalmadıysa pilavı :)

Uzun zaman evde olmayınca dolabın tam takır olduğunu  farkettim. Sevgilim de hayatını hazır çorbalarla idame ettirdiği için sebze almaya gerek duymamış.

Tüm gün kurstaydım ve doğru düzgün bir şey yiyemedim.

Ne yapsam ne yapsam derken, kurtarıcım olan bulgur aklıma geldi. Zaten çorbayı planlamıştım Tefal'in düdüklüsü sağolsun, en büyük yardımcım.

Tamam bulgur kurtarıcım ama nasıl tatlandırsam ? Soğanları doğrayıp kavurdum, iyice pembeleşince kurutulmuş dolmalık biberlerim vardı, ufff acı acı hem de :) Onları da elimde ufalayıp kavurmaya başladım, ortaya o muhteşem koku yayıldı, bilenler bilir özellikle Ege'de kuru biber kızartması çok yapılır.

Biraz da Antep salçası ekledim. Öncü salçaları bu konuda çok iyi bence. Kaşığın ucuyla koymanız yeterli oluyor, rengi ve kokusu çok güzel. Tesadüfen öğrendim ki domates salçası fabrikası Tire'de biber salçası fabrikası Antep'teymiş. Anteb'e kadar gidemem diyorsanız Öncü kullanın. 

En son bulguru ekledim ve epey kavurdum, sonra minik minik doğranmış sarımsakları ekledim. Biraz su biraz et suyu, pişip de ocaktan alınca ince kıyılmış maydanozları da ekledim. Ohhhh mis gibi pilavım hazır, afiyet olsun bize :)

13 Aralık 2012 Perşembe


İÇLİKÖFTE

15 yaşında elma diye sakladıkları bir kız iken, küçük tüpün başında,  ninelerimin ve annemin yaptığı top top içli köfteleri başımda kavak yelleri, öyle dalgın dalgın kaynar suya atmaktaydım. Evin baş kayınvalidesi olan büyük Ayşe Ninem arkamdan hiddetle seslendi;
- Öyle mi atılır onlar suya, hiçbir şey öğrenmedin mi sen?
- Ne oldu ki nine, nasıl atayım?
- Yavrum gurşun gurşun diyeceksin, diyeceksin ki köfteler dağılmayacak gurşun gibi olacak!

İşte ilk hatırladığım içli köfte maceram bu olmuştur. Şimdi ne zaman içli köfte yapacak olsam aklıma bu anım ve sevgili Ayşe Ninem gelir. Mekanı cennet olsun.

İçli köftenin tarihçesine bakacak olursak Hititlere kadar dayandığını söyleyenler var. Aslen bir Arap yemeği olan içli köfte ülkemizde pek çok ilde farklı yorumlarla yapılmaktadır. Bu yorumlar ufak değişiklikler olup temelde bulgurla yapılan bir çeşit hamurun, hünerli ellerde şekil verilerek içine kavrulmuş kıymanın konması ve haşlanarak ya da kızartılarak servis edilmesidir. 

İletişim imkanlarının artması ile dünya çapındaki yöresel yemekler istekli her kişinin mutfağında can bulabilmekte ve farklı yorumlarla zenginleşmektedir.

Hal böyle iken içli köfte bu yöresel yemeklerden ayrılır, çünkü içli köfte hünerin yanı sıra tecrübe de gerektiren meşakkatli bir yemektir. 

Her aşamadan geçseniz bile el ile şekil vermede sınıfta kalabilir, çektiğiniz emekler suda ya da yağın içinde dağılarak size elveda şarkısını çığırabilir. 


Servis önerisi olarak, içli köfteleri soğuk pekmez şerbeti ile ( Şimdi bunun yerini ne yazık ki cola aldı) ya da sıcak çay ile tüketebilirsiniz. Yanında da humus güzel gidebilir. Lütfen köfteleri çatal kullanarak yemeyiniz zira bu köftenin tadı elimizle yediğimizde çıkar, eğer ben çok hassasım diyorsan o zaman sen de peçeteyle tut, ama illa elinle ye, çatal matal kullanma! 


Bu blogu oluşturduğumdan bile habersizdim, bugün karşıma çıktı.

Didem ve Gülçin ısrarla bir şeyler yaz, yaz ki kendini bu yolda geliştir diye beni gaza getirince, yeni bir tane oluşturmaya karar verdim.

Aklımda uçuşan bir sürü konu var ama bunları bir bütün içinde eğlenceli bir halde nasıl sunarım bilmiyorum. Sanırım denemeler deyip çok kafaya takmamak lazım.

Evlenip yeni bir hayata geçiş yapalı çok olmadı. Mutlu ama garip hissediyorum. İstanbul gibi bir yerden Sarıkamış'a geldim. Yepyeni bir ev çok farklı bir ortam. Alışmaya çalışıyorum. Bir kaç gün öncesine kadar 11 günlük bir kaçamak için İstanbul'daydım ve oradaki hayatın artık bana ait olmadığını anlamış oldum.

Sevgilimi, yatağımı ve evimi özleyerek paşa paşa geri döndüm. Eee ne demiş büyük atalar,                             " Karaltın neredeyse kararın da oradadır."


Uçaktan iner inmez temiz bir hava karşıladı beni, berrak bir gökyüzü ve her yer bembeyazdı. Sonra sevgilim ve acı soğuk. Şu an  mutfak penceremden korkunç bir o kadar da estetik  buz sarkıtlarını görebiliyorum.